26 Ocak 2011 Çarşamba

ne diyorduk..


düşündüm de düşünmemek daha iyi bazen..
ignorance is bliss demişti birileri zamanında.. öyle mi gerçekten?
umursamamak çözer mi herşeyi?
çözmez belki ama rahatlatır mı beynini, vücudunu?
peki nasıl olunur umursamaz?
var mı bunun apaçi dansları gibi bir sınıfı?
umursamamayı bile umursamak bir hastalık mıdır peki?
sadece soru sordum di mi? tamam susuyorum sanırım..

23 Ocak 2011 Pazar

gitmek ne yenilmek ne de kazanmak oysa..


Gitmek bu kadar zor mu gelir insana.. Düzenine geri dönmek özellikle de Normalde gitmek düzenden uzaklaşmaktır. Gitmek bazen kaçmaktır, bazen zorunluluktan bazen istekli bir şekilde. Ama hep zordur. Değişiklik kaçınılmazdır gitmelerde. Ama insanın değişmeyenine dönmesi neden bu kadar zor gelir acaba? Acaba değişmeyen sabitken kendisi değiştiğinden mi? Değişimiyle yüzleşmekten korkmak mı? Yoksa kaçırdıklarının yüzüne bir tokat gibi çarpılacak olmasını bilmek mi?

Gitmek ne kaybetmek ne de kazanmaktır oysa.. Gitmek sadece gitmektir. Gitme vakti gelince yine de zor gelir herşey. O hergün bakılan boş duvarlar daha anlamlı gelir. Toplanan bavullar daha hüzünlü gözükür. Gitmek braz da terk etmektir çünkü. Biraz da unutmak… Her yaşadığını hatırlayamayacağını bilmek. O arşınlanan yolların seni, senin o yolları unutman. Kanına dokunuyor insanın. Özleme dönmek ‘gitmek’ bile dokunuyor be.

Anlatsan anlamazlar çünkü. Ama hep anlatmak isteyeceksin ve onlar dinlemekten sıkılacaklar. Anlatmadıkça sen unutucaksın… Unuttukça içine bir ateş düşecek ama korkma sonra o ateşi de unutacaksın. İşte orası bi ranı olarak kalacak sadece. Bunu bilmenin hüzünü bağladı elimi kolumu belki de. Gidemiyorum oyüzden. Ne orada ne burada…

15 Aralık 2010 Çarşamba

Gelecek Kaygısı Sarmış Dört Bir Yanımızı


Dört işlemden ibaret parmak hesabıyla bütün hayatım
eksildikçe saatler ömrümden
artıyor gelecek telaşım
anlattıkça bölmüşüm
umutlarımı duvarlara çarpa çarpa..
Yaktı bu gelecek telaşı.. Bilinmezlik sanırım en kötüsü. Hayattan ne istediğini ne beklediğini bilememek. İste, olur derler ya. İşte onun daha ilk aşamasını sağlayamamak.. İsteyememek! Ne isteyeceğini bilememek!

Ya da açgözlülük hepsini herşeyi istemek. Ama geleceğe k
aramsar bakmak mı, gelecek kaygısı mı bilemem ama yok hayal et dediklerinde karanlık karşıma çıkan. Nedir hayalin, ne olmak istersin dediklerinde koca bir siyahlık yine. Nasıl bulur insan kendini de biraz rahatlar bilmiyorum. O yüzden ben sanırım istemeyi istiyorum sanırım. İsteyebilmeyi! Sonra başarma gücü gelir insanın içine!

O güçle yelkene rüzgar gelir belki de yelken olmayınca, kolluklarla yüzerken insan, rüzgar sadece üşütüyor adamı.

Nerdeydi şu alet edevat çantası? Yapılacak bir yelkenim var da!

30 Kasım 2010 Salı

Büyüdük gençleştik ama kesinlikle aynı kalmadık

Erasmus'a gitmek.. O sorumlulukla sorumsuzluk arasındaki çizginin en inceldiği nokta herhalde. İstediğin kadar sorumlu, istediğin kadar sorumsuzsun. Hayatını devam ettirebilmek için bir noktada sorumlusun ama karışanın, kontrol edenin yok. Hadi abartmayalım çok az diyelim. Müthiş bir olgunlaşma aracı. Kimine göre korkunç bir serilme, gerileme tabii ki.

Derler ya Erasmus'ta herşey mümkün herşey olur. Yok yok yalan değil doğru. Ama eksik.. Sen istediğin sürece burada herşey olur. Limitsizdir istekler dilekler... Ama hepsini isteyecek misin? Asıl soru budur?! Ya da istemeli misin? Çılgınlaşmak kadar biraz ev kadınlığını öğrenmektir erasmus. Deli partilere koşmak kadar bir ev kadının üniversiteye devam etme çabası gibidir. Bulaşık, çamaşır, yemek, temizlik derken ne olduğunu şaşırırsın. Ama sonra pub'da keyifli muhabbetle içilen birkaç bira (bazen Efes'i ciddi anlamda özlersin) spontane gidilen bir ev partisi (partilerin en iyisi her zaman ev partileridir) alır üstünden o karmaşayı. Kendini sorumsuzluğun o dayanılmaz çekiciliğinde bulursun. Hem büyümek hem gençleşmektir o yüzden Erasmus.

Tüm sorunlarını kendin çözmektir Erasmus. Çoğu zaman bilmediğin dilde bankayla kavga edebilmektir. Özlemi biraz unutmaktır. Bazen hissizleşmektir. Birey olmayı bilmektir. Bir anda depresyona girebilmektir aynı zamanda. Aklına gelen bir anıyla, zeytinyağlı dolma hayaliyle de sarsılmaktır bir yandan.. Bir yandan ülkeni özlemediğini hayatını erasmus olarak devam ettirmeyi istediğini söylersin, diper yandan aışkanlıkların ağır basar.. Benim ülkemde böyle midir? Çat diye çözerdik bu problemi diye yakınırsın. Güzeldir erasmus.. biteceğine inanamazsın, adaptasyon problemleri gözünde büyür ama çok da büyütür adamı. Herkes seçtiğini alır.

Bir de değişim vardır. Çok konservatifleri de değiştirir. İyi ya da kötü diye sınıflandırılamayacak bir değişim. Ama Erasmus'a gitmeden önceki insanla aynı değilsindir artık. Biraz da bağımsız, biraz daha sorumsuz, biraz daha sorumlu, biraz daha duygusuz, biraz daha vurdumduymaz, biraz daha duyarlı, biraz daha anlayışlı...
Takılmamayı öğrenirsin arayan soraya
n problemlerine. İsterse arar istemezse aramaz.. Aynı senin yaptığın gibi. Trip atmamayı öğrenirsin. O sırada yanında olmak isteyip diğerinde olmak istemeyebilir. Bu da onun tercihidir.

Ama senin yanında istediklerinin yanında olmadığı vakitler zordur işte. Onlara alışmayı da öğrenir insan. Gerçi Erasmus'ta öğrenilen en büyük derslerden biri insan herşeye ama herşeye alışıyor dersidir herhalde. Onların yokluğuna da alışıyorsun işte ama hafif bir acı bir sızı kalıyor. Belki o da geçici. Bilinmezliği büyütür, şımarıklaştırır küçültür. Ama aynı bırakmaz..

27 Ağustos 2010 Cuma

Gideceğim geleceğim kaderimi seçeceğim

Tamam hadi gidiyoruz.. Şimdi buradalar ilgililer. Orada kimler olacak. Döndüğümde kaçı hatırlayacak en sevdiğim rengi, yemeği hatta Yaşar'ın dediği gibi gözlerimin rengini..

Kaç tanesi benim için Skype'ını açacak benimle konuşmayı deneyecek. Kaç tanesi kırk yılda bir mail atacak.. Belki birkaç tanesini facebook'ta duvara yazı yazacak, birlikte popüler olmayı deneyeceğiz. Ama amaç çok sosyalim birtaneyim, alemi tek geçerimden öteye geçecek mi acep? Sonra dönüş.. Avrupa görüp geçirdik eğlenceyi biliriz zannedip etrafımıza birikecekler bir kuş sürüsü gibi ama beğenmedikleri ilk adımda uçup kaçacaklar. Ama birbirimizi gördüğümüzde can ciğer kuzu sarması di mi? Yoook değil işte. Sen görüşmeye vakit bulama, sonra en yakınım yok sensiz olmaz ayakları. Ya canımın içi neden kandırıyoruz birbirimizi. Belliki en değerlin değilim.. ee ne bu yalan söyleme çabaları. Kasmasak! Kastırmasak!

Öncelik sıralarımız bizim belirlememiz değil mi? Sen istediğin yere koyarsın beni. Ha benim için sen en yukardasındır ben en altta o zaman kusura bakmayacaksın sen de alta inebilirsin genç. Ne demişler etme bulma dünyası.. Bu saatten sonra bozulmak yok.

Ne yapalım sen de hatırlamayıver gözlerimin rengini. E haydi hatırlayanlarla yola devam o zaman. Başlasın ayıklama artık. İstemeyen kaleye mum falan dikmesin beni de uğraştırmasın.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

bugün, son 21 gün

Bugün son 21 gün.. daha fazla kaçmamanın kaçamamanın verdiği yük ve yorgunlukla son 21 gün. Önüme çıkan ideal ve fırsatlarla beklentiler ve hayaller oturmayınca oluyor bu yorgunluk sanırım. Hayatımın en büyük şansı bir yandan son zamanlarımın en büyük yoksayması, kaçışı 21 gün sonra kapımda.

gidiyorum.. 21 gün sonra hayatımdaki birçok insan farkına bile varmadığında ben Erasmus'umun ilk gününe başlamış oluyorum. Kimileri sadece bir kahve sohbetinde hatırlayacakken bazıları benim gibi özlem duyacak bu süreçte...

Kaçmak yok artık. Harika bir deneyime, uzun bir yolculuğa, beklenen bir maceraya çıkıyorum. Ama bazen ruhum boğuluyor işte. Biri sıkıyor neden gidiyorsun önce bir onu düşün diyor. Orada tıkanıyorum, yok cevabım yok.. sadece gidiyorum.

Mutluyum bu yolculuktan dolayı, evet korkuyorum ve saklamıyordum da.. Ama en kötüsü hazır değilim galiba.. En büyük korkum da bu zaten. Ne ruhsal, ne fiziksel ne ihtiyaçları giderebilme açısından hazır değilim daha. Bugün ufak bir hesapla fark ettim 21 gün kaldığını. 21 gün ne ki? 1 ay bile değil. Yalandan bir 3 hafta. Ne gitmeden görmek istediklerimi görmeye yeten, ne psikolojik olarak bu gidişe hazır olmamı sağlayan ne de fransızcayı şıp diye öğrenmemi sağlayacak bir 3 hafta... Sadece adı var gerisi boş olan 3 hafta!

Diyorum 2 ayım olsa deli gibi herleye yetişirdim. Yok kardeşim yetişemezdim. Yine aynı kalp çarpıntıları, yine o düğümlenmeler yaşanırdı. Kanun bu. Asla hazır olamazsın gidişine. Ancak orada hazmedersin herşeyi.

Bir başka deyişle hazmıma 21 gün kaldı o zaman.Kendi ayaklarım üzerinde sıkıca basmaya 21 gün.

Ve başlasın geri sayım.. Ne de olsa hazır değilim hala. Artık korkutamazsın günlerle saatlerle. Varsın bugün gidelim..

yok ya en azından bir valiz yapiyim yarın gideriz..

22 Ağustos 2010 Pazar

Hayat Kirliliği

bir hafta kaç saatti ya? dur bi düşüniyim 48 72 96 120 144

tamam lost sayıları gıbı oldu ama dogru yere geldık 144 saat şimdi
sabah 8 akşam 6 gibi düşünelim çalışma saatlerimizi, sabah 1 saat aksam 1 saat de yol koyalım ne oldu günde 12 saat işle geçiyor bu da haftada 60 saat eder...matematiğim iyidir söylemiş miydim....
geriye kaldı 84 saat hafta içleri 6 saat, hafta sonlar 11 saat uyuyor aşağı yukarı...bu da eder mi sana 52 saat
ne kaldı geriye 32 saat...
ne demek yanı bır haftanın 112 saatini sadece geri kalan 32 saat için yaşıyoruz ne lan bu???
hem böyle köpek gibi yaşıyoruz sonra da lostu seyrederken yanımızda evangerine olmuyor alice harikalar diyarığındayı izlerken yanımızda tim burton olmuyor.... o zaman ne diye yaşıyoruz....
küçük bir ev kiralayıp bazen sızlayarak bazen alkol alıp bazen gülerek geçirmek için mi yani...ve bunları yapmak için sadece 32 saatimiz var haftda yani bunu 52 ile çarparsak ne eder.......şimdi 32yi 5 le carpsan 160 yanına bir de sıfır koy 1600. 32’yi bir de 2 yle carp 64...oldu mu sana 1664 saat bunu 24 e böl bak bu baya kastıran bir işlem, zor! kalan malan olacak... eder sana yuvarlak 70 gün...yani ne oluyor yılın 295 gunu birilerine yağ çekiyor, birilerinin kaprislerini dinliyoruz birilerinin bizi delirtmesine katlanıyoruz ne için geri kalan 70 günü gönlümüzce yaşamak için mi... ben böyle hayatı napiyim....
yaş 35 dante gibi ortasında mıyız omrun....eskiden günler yavaş geçerdi artık heriey çok hızlı geçiyor...haftalar bitiyor ama bizde tık yok....her cuma sevinen ınsanlar olmuşuz, halbuki hayat bitiyor...bi insan her ölüme yaklaştığında sevinir mi lan.... Bu nasıl bir çelişkidir?
ben liseye dönmek istiyorum, sabahtan akşama kadar o boş sistemdeki boş insan olmak istiyorum, üniye donmek istiyorum, sabahtan aksama kadar boş oturmak istiyorum...
şunu farkettim ki benim hayat çürüyor, bende çürüyorum...sizlerde çürüyorsunuz...hepiniz çürüyorsunuz... hepimiz köpek gibi çalışıyoruz...hayatlarımızı değiştirmeye bile cesaretimiz yok...
ömür boyu servisle gitmiyeceğim bi iş hayal ettim, şimdi ilkokul ögrencileri gibi sabahları servis kovalıyorum bu ne lan....
binlerce dolar harcadık eğitim için 2,5 yıldır çalışıyorum...daha 3 kuruş param yok....
ne lan bu ömür boyu gelecekte bizi mahvedecekleri engellemek için mi çalışacagız...bu ne be! gelecek korkusuyla hiçbir şey yapamıyoruz....ne gelecekmiş bir türlü gelmedi....millet godot’u bekler biz geleceği bekliyoruz acaba survive edebilecek miyiz diye...
ama etmiyorum yeter be....gelecek alsın götürsün beni...amsterdama gideceğim meydanda gösteri yapıp, para kazanacağım...daha bi yeteneğimi keşfedemedim ama en azından böyle bir hayat ne güzel olur....

adam geliyor oraya alıyor magic mushroomu’nu gidiyor vondelpark’a sabahtan akşama kadar leylayım leylaaaaa....biz sabahtan akşama kadar bi düzine manyakla baş ediyoruz...ama sonuç haftada 32 saat...
haftada 32 saat neye yeter lan, günde 4 saat sevissen geriye kalıyor kendine sadece ve sadece haftada 4 saat...ne yapacaksın bu 4 saatte? yemek mi yiyeceksin, sıçıcak mısınn yıkıancak mısın, aileni mi görüceksin...?
çocuklar gittiğim yol yol değil...kafadan geçeni yapacaksın yapmayınca olmuyor işte...
ertelye erteleye hayat bitiyor...zaten işin acı ama gerçeği şu anki şartlarda elimizde bir hayat yok...en basit ihtiyaçların olan yemek içmek sıçmak sevişmek ve uyumak bunları her gün yapacak vaktimiz bile yok...
biraz hayaller peşinden gitmekte yarar var sanki...kafadan geçenleri yapmak sonrasını düşünmeden, kitap okumadan...belki biraz cahilce ama delice esip gürlemek lazım...
yarın sabah ne olacak yine toplantıya gideceğim ve bu yazı uçup gidecek...biz yine sürünmeye devam.. ..biri gelsin de bir talih kuşu konsunda hayatımız kurtulsun diye bekleyelim....